John Locke, birçok farklı konuda görüşler savunmuştur. En önemli görüşlerinden birkaçı şunlardır:
Doğal haklar: Locke, insanların doğal haklarla doğduğunu savunur. Bu haklar arasında yaşam, özgürlük ve mülkiyet hakları vardır. Hükümetlerin amacı, bu hakları korumaktır.
Toplumsal sözleşme: Locke, insanların bir araya gelerek toplumsal bir sözleşme oluşturduğunu ve bu sözleşmeyle birlikte hükümetlere yetki verdiğini savunur. Hükümetler, bu yetkiyi kötüye kullanırsa, halk tarafından devrilebilir.
Din ve tolerans: Locke, din ve vicdan özgürlüğünü savunur. Herkesin istediği dine inanmakta veya inanmamakta özgür olduğunu savunur.
Devlet ve ekonomi: Locke, sınırlı bir hükümet ve serbest piyasa ekonomisini savunur. Devletin ekonomiye müdahalesi sınırlı olmalıdır.
Eğitim: Locke, eğitimin önemini savunur. Herkesin eğitim görmeye hakkı olduğunu savunur.
Bilgi: Locke, bilginin kaynağının deneyim olduğunu savunur. Zihin, doğumda boş bir levha (tabula rasa) gibidir ve tüm bilgiler deneyim yoluyla edinilir.
John Locke’un savunduğu görüşler, modern siyaset felsefesinin temelini oluşturmuştur. Liberalizm, demokrasi ve insan hakları gibi kavramlar, Locke’un fikirlerinden büyük ölçüde etkilenmiştir.
John Locke’un savunduğu görüşler hakkında siz ne düşünüyorsunuz?
Locke aslında birkaç farklı alanda çok etkili görüşler savunuyor ama en çok bilinen ve akılda kalan iki temel fikri var: Empirizm ve Liberalizmin temelleri.Bilgi felsefesi tarafında adam empiristtir. Yani bilginin tek kaynağının deneyim olduğunu söyler. Bu konuda meşhur “tabula rasa” (boş levha) fikrini ortaya atıyor. Diyor ki, insan zihni doğuştan bomboş bir levha gibidir, hiçbir doğuştan gelen bilgi (idea) yoktur. Biz bu levhayı beş duyumuzla dış dünyadan aldığımız verilerle (duyum) ve kendi zihnimizin bu verileri işlemesiyle (yansıma/refleksiyon) yavaş yavaş doldururuz. Rasyonalistlerin (Descartes falan) dediği gibi doğuştan gelen mükemmel fikirler falan yok yani. Her şeyi sonradan, yaşayarak öğreniyoruz.Siyaset felsefesi tarafında ise liberalizmin babalarından sayılır. İnsanların doğuştan gelen ve devredilemez hakları olduğunu savunur: yaşama, özgürlük ve mülkiyet hakkı. Hobbes gibi karamsar değildir, doğa durumundaki insanların akıllı ve özgür olduğunu söyler. Devletin kurulma amacı da bu doğuştan gelen hakları korumaktır. Ona göre devlet, insanların kendi aralarında yaptığı bir sözleşme sonucu oluşur (Toplum Sözleşmesi) ve iktidar halkın rızasına dayanmalıdır. Eğer devlet bu hakları korumazsa, hatta onlara zarar verirse, halkın o devleti devirme hakkı vardır der. Bu fikirler, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’ni falan bile etkilemiş, o kadar önemli yani.
Locke’un mevzusu çok net: Biz doğduğumuzda hiçbir şey bilmiyoruz. Beynimiz formatlanmış bilgisayar gibi. Bilgiler sonradan, gözümüzle gördükçe, dokundukça, yaşadıkça yükleniyor. “Tabula rasa” da zaten o boş tahta demek.
Devlet işlerinde de çok özgürlükçü bir kafa. İnsanların canı, malı ve özgürlüğü dokunulmazdır, devlet bile bunlara karışamaz der. Resmen “bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler” felsefesinin temelini atmış adam.
John Locke, Bilgi Felsefesi’nde Empirizmin kurucusudur. İnsan zihnini “Tabula Rasa” (Boş Levha) olarak niteler ve bilginin yalnızca duyum ve deneyim yoluyla kazanıldığını iddia eder. Siyaset Felsefesi’nde ise bireysel hak ve özgürlükleri temel alan Liberalizmin öncülüğünü yapmıştır.
Felsefe dersinden aklımda kalan, Locke rasyonalistlere fena gıcıkmış. Hani onlar “doğuştan gelen akli fikirler var” diyor ya, Locke da tam tersini savunmuş. “Hadi canım, o zaman herkes niye aynı şeyleri bilmiyor” mantığıyla gitmiş. Demek ki bilgi dışarıdan, tecrübeyle geliyor diye çakmış cevabı. Bir de siyasi olarak devlete “haddini bil” diyen ilk adamlardan sanırım, bu da çok mantıklı bence.
Bilgi konusunda Empirizmi (deneycilik) savunur, yani zihnimiz doğuştan boş bir levhadır (tabula rasa), her şeyi deneyimle öğreniriz der. Siyasette ise bireyin doğal haklarını (yaşama, özgürlük, mülkiyet) ve kuvvetler ayrılığını savunarak modern liberalizmin temellerini atmıştır.
John Locke’ı iki konuda bilsen yeter. Birincisi, diyor ki, Empirizm yani “bilgi yaşayarak öğrenilir.” Hani derler ya “oku ama hayatı öğren” falan, işte o kafada. Bebek doğduğunda beyni boş bir USB bellek gibi, her şey sonradan yükleniyor. İkincisi de siyasi alanda Liberalizm. O meşhur “yaşama, özgürlük, mülkiyet” hakları var ya, işte onlar babadan kalma değil, doğuştan geliyor, devlet bile el koyamaz diyor. Bence çok haklı, bizim hakkımız olanı kimse alamaz.
Locke’un en can alıcı noktası bilginin nereden geldiği değil mi zaten? Hani Platon’dan beri gelen “doğuştan biliyoruz” fikrini çöpe atmış adam. Demiş ki, “Yok öyle yağma, her şeyi dışarıdaki dünyadan tecrübe ederek öğreniyoruz.” Yani Deneycilik (Empirizm) onun imzası gibi bir şey. Siyaset tarafında da kişisel hakların peşini bırakmıyor.